Cumhuriyetin 100 yılını tamamladığı bu dönemde Türkiye’nin yüzyıllık bütün meseleleri konuşulurken arka planda Osmanlı yenileşme hareketlerinden başlayan süreçleri her konuyla ilgili bir bütün olarak düşünmek gerekir. Zira siyasal değişimler yaşansa da aynı kara parçası üzerindeki aynı toplumun meseleleri daha da karmaşıklaşarak devam etmiştir. Bu bağlamda son birkaç asırlık çalkantılı süreç içerisinde Osmanlı ve cumhuriyet Türkiye’sini ilgilendiren belki de en temel mesele eğitim-öğretim konusu olmuştur. Osmanlı yenileşme hareketleri içerisinde de ön plandaki konulardan birisi olan eğitim-öğretim meselesi Cumhuriyet ve Cumhuriyet’in getirdiği yeni değerler sistemi ile birlikte her daim gündemde kalmıştır. Ancak bir yandan yaşanan siyasal, sosyal-kültürel ve ekonomik değişimler bir yandan da zamanın ruhuna uygun biçimde Türk kültürünün kendi içerisinde yaşadığı dönüşümler eğitim hayatına yeni problemler getirmiştir. Yine buna ek olarak yeni medeniyet aksları ile 20. yüzyılın ortalarından itibaren başlayan hızlı kentleşme ve aynı yüzyılın sonlarından itibaren gittikçe yaygınlaşan dijitalleşme süreçleri Türk eğitim-öğretim sistemini yakından etkilemiştir. Sürekli bir değişim çabası ile bir yandan çağa ayak uydurmaya ve Batı akılcı bilgi sistemleri ile bütünleşmeye çalışmak bir yandan da tarih ve kendi kültüründen kopmama çabaları eğitim-öğretim süreçlerine program ve içerik değiştirme şeklinde yansımıştır. Böylece birkaç asırlık “maarif davamız” ortaya çıkmıştır.
Maarif davamız tabiri rahmetli Nurettin Topçu’nun “Türkiye’nin Maarif Davası”[1] adlı çalışmasına atfen bu yazıda kullanılmıştır. Topçu, Türkiye’nin eğitim-öğretim meselesini kendisine dert edinmiş ve konu üzerinde yoğunlaşmış önemli bir şahsiyettir. “Türkiye’nin Maarif Davası”nda Topçu, eğitim-öğretimi bir bütün olarakele alıp konuyu toplumsal-ekonomik kalkınmanın da temeli olarak görür. Öyle ki Nurettin Topçu Osmanlı döneminden kalan eğitim sorunlarına da işaret edecek şekilde şu temel tespitleri yapar:
Anadolu’nun ruhî kuruluşunu meydana çıkaracak olan hakiki inkılabın ancak köylerin en yüksek eller tarafından kalkınmaları ile yapılabileceğini biz anlamakta pek geç kaldık. Bu büyük ruhî inkılabın yapılabilmesi için sade şöhretle saadeti düşünerek üniversiteye doçent, profesör olmaktan başka emelleri bulunmayan insanlar değil, köyde yaralı bereli, gübrelik içinde dolaşan daima muztarip ve kim olduklarını bilmediği bir takım efendilere uşak olmaya mahkûm, büyük ecdadının tarihinden getirdiği zeka kabiliyetlerini her gün toprağa gömen köylü çocuklarını insanlık için örnek olacak bir medeniyetin sahipleri haline getirmeyi ülkü edinen profesörler lazım.[2]
Nurettin Topçu’nun bu tespitlerinden de anlaşılacağı üzere eğitim-öğretim meselesi bir toplumun bütün unsurlarını içine alan ve temelde de taşranın en ucundan başlayarak üstesinden gelinebilecek bir konudur. Topçu, yine yukarıda aktarıldığı üzere bu sorumluluğu da yalnızca ilgili millî eğitim birimlerine yüklememektedir. Üniversitelerin de aynı seviyede ve dikkatle bu işin içerisinde olması hatta öncü profesörlerin varlığının gerekliliğini ortaya koymuştur. Topçu, söz konusu eserde üniversitelerin eğitim ve öğretim vazifeleri ile ilgili olarak daha net bir görevlendirmeyi şu ifadelerle yapmaktadır:
Kurulduğu günden beri tek memleket meselesine bağlanmayan, millî terbiye hakkında görüşler ortaya koymayan, ilim âlemine yeni bir fikir getirmeyen, Anadolu’nun cemiyet olarak kalkınmasına el uzatmayan, hatta medenî bir terbiye önderliğini bile yapmaktan uzak duran üniversite, daha ziyade eski asırların kıralı saraylarını düşündürüyor.[3]
Topçu’nun üniversiteden ve genel olarak eğitim-öğretim kurumlarından beklentileri bir anlamda Türk milletine kendi rönesansını yaşatacak bir anlayış yönündedir. Birkaç asırlık “Türk modernleşmesine”[4] bakıldığında gerçekten de iç yapı ve dış yapı boyutuyla ele almak gerektiği görülür. Batı merkezli işleyen bu süreç, bir yanıyla Batı’nın teknik imkân ve anlayışlarını adapte etme şeklinde yürürken bir yanıyla da yukarıda ifade edildiği şekliyle kendi millî müktesebatı üzerinden bir Türk rönesansı yaratma çabalarını içerir.Bu bağlamda Batı’yla aynı zaman dilimi içerisinde eş zamanlı yürüsek de eğitim teknolojileri araç gereçleri ve birtakım imkânlar açısından bizden önde oldukları açıktır. Yine çoğu Batılı ülkenin gayri safi millî hasılasının Türkiye’den yüksek olması daha geniş imkânlara sahip olması anlamına da gelmektedir. Ancak Türk kültürünün ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi dinamikleriyle ilgili iddiaları ise Batı’dan daha yüksektir. Bu yüksek ruh ve arayış tarihsel olarak ideal insan tipini de ortaya çıkartmıştır. Eğitim-öğretim süreçleri bağlamında düşünüldüğünde Nurettin Topçu'nun idealize ettiği ve adı geçen eserde ortaya koyduğu “ibadet eder gibi sınıfa girmek” düsturu yüksek ruhu inşa edecek arayışın yansımasıdır. Elbette bu ideal öğretmen tipi arayışına bakıldığında bunun Nurettin Topçu'nun yaşamış olduğu dönemin bir yansıması olduğu görülür. 1. ve 2. Dünya Savaşları sonrasında ekonomik bunalımlar ve Doğu-Batı blokları arasındaki Soğuk Savaş döneminin rüzgarında ortaya çıkan sorunlar karşısında bir çıkış arayışı açısından ideal insan profili arayışını kaçınılmaz kılmıştır.
19-20. Yüzyılda Krizler ve Türk Sosyo-Kültürel Yapısına Yansımaları
19-20. yüzyıldaki çalkantılar ve bunalımlar bütün dünyada benzer bir iklimin oluşmasına neden oldu. Parçalanan bir imparatorluğun bakiyesi olarak Türkiye Cumhuriyeti ise bu travmaları daha büyük yaşadı ve yansımaları bugün de devam etmektedir. Burada eğitim-öğretim meseleleri bağlamında ele aldığımız konu aslında topyekûn Türk sosyo-kültürel yapısını ve kuşaklar arası bağları etkilemiştir. İnsanlık 19. yüzyıla ideolojilerin gölgesinde girmiş ve aşağı yukarı iki asır bir anlamda ideolojilerin savaşı şeklinde devam etmiştir. Kapitalizm, komünizm, liberalizm ile bir adım sonra ortaya çıkan ve faşizmin bütün Avrupa’yı yakıp yıktığı bir tarihsel süreç olarak karşımızda durmaktadır. Bu yapı ve anlayışları kendisine referans alan devletlerin kaynak paylaşımı savaşları, milyonlarca insanın yok olmasına neden olmuştur. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ise uzun süre Soğuk Savaş[5] sürecinde güç paylaşım mücadeleleri başka bir boyuta taşınarak devam etmiştir. Soğuk Savaş yılları iki kutupta bir dünya dengesinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. 1990’lara gelinliğindeyse Sovyetlerin çöküşü bu iki kutuplu yapının dengesini bozmuştur. Ortaya çıkan tek kutuplu dünya iklimi içerisinde Batı kendisine yeni bir diyalektik oluşturma yoluna gitmiş ve burada İslam, bir karşıt yapı olarak konumlandırılmıştır. 11 Eylül 2001’de İkiz Kule saldırılarıyla yaşanan hadiseler ve sonrasında başlayan süreç içerisinde bunun sonuçlarını somut olarak görmekteyiz. Savaşlar, işgaller, güç çatışmaları, geliştirilen yeni kültür politikaları bu süreçte Batı’nın dünyanın geri kalanını mahkûm bıraktığı acı bir tablo olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bütün bunların toplamı içerisinde öznesi insan olmayan ideolojilerin yarattığı savaşlarla 20. yüzyıla giren insanlık, artık cephe savaşları yerine kültürel ve ekonomik işgallerin öne çıktığı; öldürücü virüs salgınları, göçler, gıda ve su yetersizlikleri gibi pek çok sorunla baş başadır. Yine bu yüzyılda dijitalleşmenin yarattığı sosyo-kültürel hayat başta olmak üzere dönüşümler ise insanlığı başka bir yere taşımaktadır. Dünyanın bir bölümünü askeri işgallerle şekillendiren Batı emperyalizmi, bir bölümünde de kendine uygun insan inşa etme süreçlerini bu kavramsal zemin üzerinde yapmaya çalışmaktadır.
Bu genel perspektif üzerinden çağın eğitim-öğretim meselelerine ve insan profiline bakıldığında sorunların tespiti anlamında daha net bir tablo ortaya çıkmaktadır. Bir alamda Batı tarafından belirlenen zamanın ruhu, bütün bilgi ve kültür sistemlerini şekillendirmektedir. İçerisinde bulunduğumuz süreç kültürel anlamda Batı’nın “modernizm”, “postmodernizm” ve artık “post-truth”[6] (gerçek ötesi/üstü) gibi kavramlarla inşa ettiği bir zeminde işlemektedir. Çağın insanını şekillendiren ve eğitim-öğretim hayatını da kapsayan bu kavramsal değişim süreci açısından bakıldığında modernitenin temel patikleri ile bir yanıyla tanışan bir yanıyla da gelenekle bağları devam eden kuşakları görmekteyiz. Kuşaklar arası ayrım konusu başka bir mesele olmakla birlikte gelenekle bağları canlı olarak devam eden bir yanıyla da modernitenin etkisi altında yaşayan kuşaklar 1980’ler, 1990’lar ve 2000’lerde söz konusu sancılı sürecin son tanıklarıdır denilebilir. Gelenek ve modernitenin çatışma[7] sesleri altında yetişen jenerasyonun bir adım sonra bir yanı ile modernitenin etkilerini sindirmeye çalışırken Batı merkezli dünyanın postmodern süreç içerisinde yarattığı daha ileri bir kültürel bunalıma sürüklendiği görülür. Burada şu tespiti ortaya koymak gerekir; kavramsal olarak Türk kültürünün Türkiye merkezi kanadının, Batılı bilgi sistemlerine dayanan gecikmiş modernite ile erken gelen postmodernite arasına sıkıştığını söylemek mümkündür. Genel bir ifadeyle “kültürel şizofreni”[8] şeklinde ifade edilebilecek olan bu çatışmaların yansımaları eğitim-öğretim hayatını da etkisi altına almıştır. Toplumsal gerilimlerin ortaya çıkışına sebep olan postmodern dalga henüz 21. yüzyıl dünyasında kendimizi konumlandırma çabaları içerisinde bir anlamlandırma sürecini yaşarken bunun üzerine post-truth denilen dijital dünyanın eklemlendiği başka bir aşamaya geçmiştir.
Dijital Dünyanın İnsan Profili ve Yeni Eğitim-Öğretim Stratejileri Üzerine
Öncelikle 2010’lardan sonra yaygınlaşan internet dünyası, çığ gibi büyüyen sosyal medya gerçekliği yeni etkileşim-iletişim olanaklarının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Daha önceki dönemde “geleneksel medya” olarak tanımlanan ve tek yönlü bir iletim aracı işlevi gören radyo ve televizyon çağının yerini artık “yeni medya” denilen interaktif iletişime dayalı internet ortamları almıştır.[9] Bu süreç bir yanıyla insan hayatını kolaylaştırıp eğlence anlayışlarını değiştirirken bir yanıyla da şizofrenik kültürel yapıları çoğaltarak kuşakların[10] eğitimi ve olgunlaşma süreçleri açısından da öngörülemez sonuçların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu bağlamda gelenekle modernite arasındaki kimlik inşalarının yanı sıra dijital dünyaya ait yeni kimlik inşaları da ortaya çıkmıştır. Sosyal medyanın insan hayatının bütün boyutlarını çevreleyen gücü, gelişim aşamasındaki bireyler üzerinde geniş bir etkiye sahiptir. Yeni iletişim çağı içerisinde bir yanıyla iletişim teknolojileri üzerinden dünyaya entegre olma gibi olumlu bir yan söz konusu iken diğer taraftan da bu teknolojik iletişim çağının esiri haline gelme ve kendi üretmediğini tüketen bir insan profiline dönüşme sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu da sanal gerçekliğe dayalı hayatlar yaşanmasına neden olmaktadır. Gelenekle-modern tarafındaki çatışmanın etkisi altında kalan kuşaklar bir yanıyla da doğal bağlamdan kopmuş sanal gerçekliklerin kimlik inşalarının etkisine girmiştir. Bugün “dijital imajların”[11] gündelik hayattaki kimliklerin önüne geçtiği bir çağın içerisinden geçilmektedir. Bu noktada daha üst bir kavram olarak post-truth (gerçek ötesi/üstü) kavramına bakıldığında 2016 yılında Oxford’un sözlüğüne girdiği görülür. Post-truth kavramı söz konusu postmodernizm ve dijital çağ karmaşasını da içine alan bir üst yapı olarak görülmektedir.
Şimdiye kadar ifade ettiğimiz dört temel kavram olarak gelenek, modernite, post- modernite ve post-truth Türkiye’de 19. yüzyıldan bu yana yaşanan değişim süreçlerinin belirleyicileri olmuştur.Özellikle 19-20. yüzyılda yaşanmaya başlanan gerilimlerin neticesi olarak ve Batı tarzı modernizmin de etkisiyle geleneksel yapı ve anlayışların belirli dönemlerde merkezin dışına itildiği görülmüştür. Yeni sistem içerisinde geleneksel kurumlar, yapılar ve anlayışlar kendine kamusal alanda yer bulmaya çalışmıştır. Bu süreçte ciddi travmalar ve gelgitler yaşanmıştır. Dolayısıyla Türkiye’de eğitim-öğretim meselesi düşünüldüğünde genel anlamda eğitimcinin bakması gereken nokta yukarıda sıralanan kavramlarışığında bir problemler bütünüdür.Bunun ortasındaki çocuk veya genci anlayabilmek içinsistemin geri planındaki sorunlarından bilincinde olunması gerekir. Ayrıca sınıfa giren bir öğretmenin muhatabı sadece sınıf içerisinde oturan bir insan grubu değil o insan grubunun birkaç kat fazlasıdır. Aileler, akrabalar, arkadaşlar, diğer sosyal çevre ortamları ile mensubiyetler-aidiyetler ve dijital çağın getirdikleri bir eğitimcinin karşısındaki insana bakarken dikkate alması gereken hususiyetlerdir. Bu da elbette eğitimciye büyük görev ve sorumluluk yüklemek anlamına gelmektedir.
Özellikle modern çağ insanın yapısına bakıldığında ilkokul seviyesindeki bir çocuğun bile dünyasındaki uyarıcı ve dijital çevrelenmenin geçmişte kıyaslanamayacak seviyeye ulaştığı görülür. Dijital dünyanın bütün teknolojik araç gereçlerinden haberdar olan ve bunu kullanmayı okur-yazar olmaktan daha önce öğrenebilen yeni kuşakların olumlu ve olumsuz anlamda ki uyaranlarla olan ilişkisi, bütün eğitim süreçlerinde belirleyici olmaktadır.Yine daha önceki kuşaklara benzer şekilde bu kuşaklar da bir yanıyla geleneksel olanla ilişki kurup bir yanıyla da kendisini tatmin edebilecek yeni mahfillerle etkileşim-iletişim içerisine girmektedir. Dolayısıyla böyle bir harmanlama penceresinden bakıldığında geçmişte olduğu gibi tek boyutlu bir öğrenme ilişkisine dayanan ve rahleyi tedris anlayışı içerisindeki eğitim-öğretim modellerinden bahsetmek bugün artık pek de mümkün değildir. Eğitim-öğretim yöntemlerinin de bu çerçevede yeniden ele alınması, güncellenmesi; öğretmen profilinin zamanın ruhunu göz önünde bulunduracak şekilde kendini geliştirmesi gerekmektedir. Bunun la birlikte eğitim programlarının, anlayışlarının ve yaklaşımlarının çağın bireyini inşa etme süreçleri içerisinde yeniden ele alınması elzem bir durumdur.Aksi takdirde, nüfuz edilmesi imkânsız olan çağımız insanının dünyasından kopuk bir eğitim-öğretim mekanizması ortaya çıkacaktır.
Burada eğitim-öğretim özelinde ele aldığımız dijitalleşme konusu aslında hayatın bütününü kapsamaktadır. Teknolojik bir üretim geri planda geniş bir kültürel hegemonyayı da beraberinde taşımaktadır. Yani siz üretmediğinizde, teknolojinin sizi ürettiği bir dünyaya mahkum olmak durumunda kalmaktasınız. Bu da bütün eğitim süreçlerini şekillendirmekte ve eğitim teknolojilerinin iki yönlü etkisini ortaya çıkarmaktadır. Birincisi, yeni yaşam şartlarında bireyin eğitimine olumlu anlamda yön vermesidir. İkincisi ise, hem eğitim alan hem de eğitim veren açısından bu teknolojik dünyanın esiri olma riskinin her daim var olmasıdır. Teknolojik iletişim çağı içerisinde sosyal medyadaki tercihlerimiz, tepkilerimiz ve beğenilerimiz aynı zamanda arka planda tüketim insanının ihtiyaçlarını oluşturma ve o ihtiyaçlara cevap verebilecek algoritmalara dönüşmektedir. Bu seviyede bir “enformasyon çağının”[12] yarattığı sarmal içerisinde yaşadığımız bir dünyada tek boyutlu bir eğitim anlayışından bahsetmek zaten mümkün değildir. Teknolojinin özellikle yapay zekâile birlikte gelmiş olduğu aşamaya bakıldığında konu daha da somutlaşacaktır. İnsanın kalp atışlarından hareketle zihin dünyasının okunabildiği bir teknolojik çağ içerisinde bireyin eğitimi bir bilgisayarın yazılım ve donanım özelliklerini yüklemesinin çok daha ötesinde bir çerçeveyi gerektirmektedir. Yapay zekâ teknolojilerinin hayatın her alanını kapsaması gibi çağın insanının yazılım özellikleri ne olacak sorusu, bu dijital dünya araçları özelinde de düşünülmelidir.
Bu sorgulamalar içerisinde Türk kültürü ve Türkiye Cumhuriyeti bağlamında bakıldığında geleneksel bilgi birikiminin ve değerler sisteminin söz konusu dijital dünya ve diğer parametreleri de dikkate alarak yeni kuşaklara ne şekilde ve ne ölçüde aktarılabileceği sorusu karşımızda durmaktadır. Bu soruya cevap arayışı eğitimin temel meselelerinden birisi olmalıdır. Bir yanıyla yetiştirilen insana flash bellek muamelesi yapmayan, öğrenmeyi öğretebilen yeni yöntem ve yaklaşımlar geliştirilirken bir yanıyla da gelenekle bağı kopmamış ancak 19 -20. yüzyıldaki çatışmacı süreçleri yaşamayan çağla hemhal olan bireyi inşa etme çabası yine eğitimin hedeflerinden birisidir. Dolayısıyla bu durum şu gerçeği de gözler önüne sermektedir; eğitim ve öğretim meselesi artık kreşten yüksek öğretim sürecine kadar okul duvarlarının dışına çıkmış ve bu sınırları aşmış bir boyuttadır.
Eğitim-öğretim süreçlerinde insan unsuru ve dolayısıyla öğretmenin rolü elbette birinci sırada gelmektedir. Eğitimin süngüsü olarak niteleyebileceğimiz öğretmenin temel dokunuşları yapma rolünü hiçbir zaman yadsımamak gerekmektedir. Bütün eğitim teknolojilerinin kullanması ile birlikte idealist bir öğretmenin bireyin dünyasına yapacağı müdahaleler ve yönlendirmeler eğitime yapılacak temel katkılardan birisidir. İnsan yetiştirirken insan unsurunu dijital dünyada bile olsa bir tarafa bırakmak, önemli bir eksiklik olup ve insana makine muamelesi yapmak anlamına gelecektir. Yukarıdaki ifade ettiğimiz noktaya tekrar işaret edecek olursak Nurettin Topçu’nun Türkiye’nin Maarif Davası’nda ortaya koymuş olduğu “sınıfı ibadethane gibi gören öğretmen” anlayışını tekrar vurgulamak yerinde olacaktır.
Diğer taraftan aynı toplumsal karmaşa ile kültürel değişim ve dönüşümler öğretmen için de geçerlidir. Dijital dünyanın sınırsız uyaranlarına öğretmen de maruz kalmaktadır. Bunu öğretmenin de yine sosyal medya başta olmak üzere diğer iletişim alanlarını ve ortamlarını üretici ve tüketici konumunda bir insan olduğunu unutmadan ortaya koymak gerekir. Çocuğun dünyasındaki iletişim imkânlarına bağlı uyarıcılar, haberleşme olanakları, arkadaşlarıyla etkileşimler, reklamlar veya diğer hareketli görüntü ve sesli etkenler öğretmenler için de geçerlidir. Dolayısıyla aynı dijital çağın baskısı eğitim-öğretim çevrelerinin yanı sıra bütüntoplumu ilgilendirmektedir.
Dijitalleşmenin etkisini anlayabilmek için geleneksel medya dünyasından bakıldığında durum daha belirgin olmaktadır. Sosyal medya öncesinde bir uyarıcı olarak televizyon kontrolü bugünden çok daha kolaydı. Elbette izleme çağının en yaygın aracı olarak televizyon hayatı dondurmuş ve “eğlenceyi öldüren”[13] bir aygıt olarak tanımlanmıştır. Ancak televizyon kapatıldığında temel uyarıcılar olan görüntü ve ses ortadan kalkmaktaydı. Bugün ise televizyonun çok daha ötesindeki kitle iletişim araç ve ortamları her bireyin adeta bir uzvuna dönüşmüştür. Eğitim-öğretim çevreleri düşünüldüğünde yukarıda da sıralandığı üzere öğretmen ve aile de aynı dijital sarmalın içerisindedir. Bugünün dünyasındaki bu dijital sarmal, toplumun her birini birer dijital bağımlıya da dönüştürmektedir.[14] Dolayısıyla kültür politikaları ve özelde de eğitim-öğretim süreçleri ile ilgili plan ve programlar geliştirirken bu dijital bağımlılıklara da çare olabilecek yeni yollar aranmalıdır. Konu ile ilgili olarak pek çok sosyal bilim alanında akademik çalışma yapılmaktadır. Bizim alanımız açısından bakıldığında uygulama süreciyle ilgili halk bilimi bağlamında geleneksel çocuk oyunlarından anlatılara geleneksel tiyatro unsurlarından diğer görsel içeriklere varıncaya dek pek çok projenin hayata konduğu görülmektedir. Böylece ekran karşısındaki çocuğun yerinden kaldırılarak harekete dayalı geleneksel kültürle ilişki kurması sağlanmaktadır.Öğretmenlerin de bu konudaki farkındalığı ve çabası Türkiye'nin her yerinden dikkate değer şekilde gözlemlenmektedir. Ayrıca okullarda hazırlanan projeler ve TÜBİTAK tarafından desteklenen diğer projeler bu konudaki önemli çalışmalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Sanal gerçeklikten uzaklaşmak bireyin fizik ve ruh sağlığı açısından da olumlu sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.
Eğitim-öğretim süreçlerinde bir diğer nokta da öğrenmeyi öğrenmek düsturu ile ilgilidir. Bilinen bilgiyi alan, tekrar eden birey olmanın ötesinde artık çağımız insanın öğrenmeyle birlikte bilgiyi üretip deneyimleyebilme becerisini elde etmesi gerekmektedir. Bu formasyonda birey yetiştirmek ise elbette yalnızca öğretmenin uhdesinde olan bir durum değildir. Bir bütün olarak eğitim felsefesinin hem devletin ilgili kurumlarının hem de aile ve diğer sosyal çevreleri içine alacak bir anlayışla şekillenmesi gerekir.
Eğitim-öğretim meselesinin bir bütün olarak kurumların ve ilgili çevrelerin birlikte odaklanması gereken bir alan olduğunu yukarıda ifade etmiştik. Bu mesele kökleşmeyi ve yoğunlaşmayıisteyen önemli bir konudur. Eğitim sisteminde ve eğitim teknolojilerinde çağın teknik şartları yakalanabilir. Ancak bu bir anlamda bir binanın teknik olarak mükemmel inşa edilmesine benzer. O binanın içerisinde yaşayan insan ise kültürel bir varlıktır. Yeme-içme, eğlenme, giyim-kuşam, törenler, sosyal ilişkiler vs. insanın kültürel yazılımını şekillendirir. Tıpkı bunun gibi, okulu teknik olarak inşa edip tüm imkânları ortaya koyduktan sonra yetişen insanın yazılımı ne olacak ve hangi kök değerlerden beslenecek sorusu karşımıza çıkar. Basit bir örnekle somutlaştıracak olursak Millî Eğitim Bakanlığı’nın ortaya koyduğu 100 Temel Eser serisinin ilk ve ortaöğretimde tamamının okutulabilmesi pek mümkün değildir. Bu hem ders müfredatları açısından hem de söz konusu dijitalleşme süreçleri açısından kolay değildir. Ancak İngiliz eğitim sistemi örneğinde olduğu gibi klasik kültürün vazgeçilmezleri eğitim sistemine giren her bireye okutulmalıdır. Bir çocuk üniversiteye gitmeden o kültürün yazılı edebiyatına dair temel eserleri okumuş olmalıdır. Batı’da Shakespeare okuması bunun örneği olarak verilebilir. Bizim eğitim sisteminde de belirlenen eserler ilköğretimden liseye sıralanarak okutulabilir. Bu öncelikli eserlerin ne olması gerektiği ilgili uzmanların ortaya koyacağı çalışmalara göre belirlenebilir. Yine bu eserleri bir metnin içerisinde dağıtmaktan ziyade, doğrudan bu eserlerin okunup incelenebildiği ve analiz-kavrama düzeyinde üzerinde durulduğu bir anlayış ortaya konulabilir. Böylece liseyi bitiren bir genç Türk kültürünün belirlenmiş temel metinlerinden ve bu metinlerin aktardığı dil, üslup, değerler sistemi ve önemli yazarlardan haberdar olmuş olacaktır.
Türk kültürünün gelişim evrelerine göre Türk tarihi ve edebiyatının seçkin eserleri, millî mücadele dönemi eserleri içerisinden seçilecek eserler söz konusu bağlamda ele alınabilir. Örneğin bozkır kültürü çağını anlatan edebi eserler, Orhun Yazıtları, Dede Korkut Kitabı, Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Mevlana, divan edebiyatı örnekleri ve Tarık Buğra’nın Küçük Ağa’sı gibi eserler bu nitelikteki eserler arasındadır. Bu konuda örnekler elbette çoğaltılabilir.
Burada maarif davamız meselesi içerisinde en büyük rolün düştüğü öğretmen meselesi yine dikkati çekmekte ve ideal öğretmen kimdir, sorusu karşımıza çıkmaktadır. Elbette bunun tanımlamasını bir kişinin oturup da kendi kendine yapması mümkün değildir Ancak geleneksel değerler sisteminden kendisi beslenebilen bir öğretmenin yetiştirdiği nesillere bu değerlerle nüfuz edebileceğini öncelikle kaydetmek gerekiyor. Dolayısıyla öğrenci yetiştirmekten bahsederken aslında yine öncelikle öğretmen yetiştirmenin önemini ortaya koymak gerekir. Hüseyin Nihal Atsız'ın “tarlada kabak yetiştirilecek bir insanla doğrudan insan yetiştirecek bir insan arasındaki ayrımı doğru yapmak gerekir” tespitinde olduğu gibi öğretmenin işinin diğer meslek gruplarından farklı olduğunu göz önünde bulundurmalıyız. İnsan yetiştiren öğretmenin toplumsal statüsü de farklı olmak zorundadır. Dolayısıyla eğitim davasının önceliğinin öğretmen davası olması gerektiği görülmelidir. Okul, öğrenci, öğretmen ve aile denklemi içerisinde eğitimin bir bütün olduğunu göz önünde bulundurmak ve bu çerçevede içinden geçtiğimiz dijital dünyanın da olanak ve sınırlılıklarını dikkate alarak metotları kurgulamak elzem bir durumdur.
Yine yukarıda işaret edildiği üzere, çocuklarımızın bizim dışımızda kontrol mekanizmaları tarafından yönetilip yönlendirilebilir olması meselesi eğitim-öğretim süreçlerini geçmişe nazaran daha karmaşık hale getirmektedir. Madde bağımlılıklarının yanı sıra özellikle teknoloji bağımlılığı ve dijital bağımlılık sonuçları itibariyle başka bir noktaya evrilmektedir. Çocukların gelecek ile ilgili umut ve heyecanlarını diri tutmak hayatla olan bağlarını güçlendirmek gerekir. Dijital dünya gerçekliğinde 21. yüzyılda teknolojik araç-gereçler insanın çevresini tanıması ve teknoloji ile barışık olması bakımından önemli bir etkendir. Ancak özellikle çocuklarda gelişim dönemlerinden daha erken bir evde de pek çok uyarıcıya maruz kalan bireyin arayışları sınırsız olabilmektedir. Örneğin bugün çevrimiçi Hollywood olarak adlandırılan çevrimiçi dizi platformlarında ki farklı yaşam tarzlarının ve tercihlerin gündelik hayatın bir parçasıymış gibi genç kuşaklara sunulması gelişme evresini tamamlamamış bireyler üzerinde olumsuz örnekler teşkil edebilmektedir. Yine madde bağımlılığı ile ilgili olumsuz örneklerin gündelik hayatın bir parçasıymış gibi televizyon dizilerinde sunulması ve bunun çevrimiçi platformlarda her yaştan gencin kolayca erişebilir durumda olması olumsuz rol modellere dönüşebilmektedir. Burada bizim temel eğitim davamız içerisinde bireyin bir yanıyla çağın teknolojileri ile barışık diğer yanıyla da “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” anlayışında olduğu gibi fiziksel aktivitelerini arttırarak geleneksel sporlara olan ilgisini canlandıracak modellemeler yapmamız gerekir. Böylece bireyin beden ve ruh sağlığı birlikte ele alınmış olur. Bu süreç bir yanıyla da bireyin yalnızlıktan kurtularak dijital dünya ve sosyal hayat arasındaki dengeyi sağlamasını getirecektir. Dengeli bir sosyal fiziki çevre ise bireyin ruh sağlığına önemli katkılarda bulunacaktır.
Eğitim-öğretim süreçlerinde çağın bireyini inşa ederken kendi tercih ve heyecanlarını da göz önünde bulundurmak gerekir. Bir yanıyla geçmişin romantizmini içine alan bir yanıyla da realiteyi görüp akıl ve bilgi ile örtüştürerek bireye şahsiyet katacak; kimlik ve kişilik kazandıracak enstrümanlarla çocukları tanıştırmalıyız. Burada aklın sorgusu ile ilgili bir kere düzenli okuyabilme ve düzenli düşünebilme yetisini çocuklara kazandırabilmek gerektiğini vurgulayalım. Geleneksel kültür ve düşünce biçimleri edebiyat, sanat eserleri ile köşe başı yazar ve şairlerin üslubunu tatmak ve lezzetini almak bu sürece önemli katkılar sağlayacaktır. Matematiği, biyolojiyi, kimyayı doğa sevgisi ile birlikte bu çocuklara verebilecek bir eğitim formasyonunu getirecek süreçleri keşfedebilirsek kalıcı sonuçlar elde edebiliriz. Pozitif anlamda belirli düzeyde bir bilgi birikimine sahip olsa bile çocukların sokakta gördükleri ağacı, bitkileri ve diğer doğa unsurlarını tanımayacak bir garip eğitim donanımına sahip olduğunu görmekteyiz. M. Öcal Oğuz’un şu tespitlerini buraya eklemek konuyu daha da netleştirecektir:
Yeni kent hayatında kırla ve toprakla teması azalan çocukların daha iki aylıkken kreşle başlayan eğitim hayatları boyunca bu yabani otları tanımalarını sağlayacak bir yaklaşım yok müfredatımızda. Eğitim sistemi, kreşten üniversite bitirinceye kadar yaklaşık 22 yıl boyunca kendilerine teslim edilen çocuklara çevrelerindeki ağaçların, çiçeklerin, hayvanların, kuşların, böceklerin, balıkların adlarını öğretemiyor, öğretmiyor…Öte yandan toprağa basmayan, her şeyi sanal ortamda gören, kırk yılda bir pikniğe giden ve orada da böcek sokar korkusuyla arabada oturtulan veya altına serilen kilim üstünde gözetim altında tutulan çocuklar da okul dışı zamanlarda doğa ile ilgili bu tür bilgi ve deneyimlere hiç ulaşamıyor. Eğitim sistemi çocukları kırlara çıkarmayı, doğayı görerek, gözlemleyerek, dokunarak tanımayı ve ondan koruma ve kullanma dengesiyle yararlanmayı asli görevlerinden biri olarak kabul etmelidir.[15]
Türkiye'nin herhangi bir ilindeki eğitim kurumundan mezun olan bir öğrencinin yaşadığı kentle ilgili ne derece tarihî-kültürel mekân görgüsü, coğrafi bilgi ve diğer kültürel unsurlarla donandığı sorusunu sorabiliriz. Bir öğrencinin en azından başta yaşadığı kentle ilgili olarak kültürel mekânlar, tarihî yapılar, müzeler, üniversiteler gibi ufkunu açacak somut alanlarla ilgili bilgi sahibi olması gerekir. Ayrıca yaşadığı coğrafya ve doğa bilgisi ile de hemhal olması çocuğun dış dünya gerçekliğini daha sağlıklı bir hale getirecektir. Bu bağlamda bilginin yanı sıra görgü seviyesinin de artırılabileceği bir eğitim organizasyonuna ihtiyaç vardır.
Maarif davamız meselesinde çağın eğitim sistemi sorgulamalarını yaparken vurguladığımız gelenek kavramına da dikkat çekmek gerekir. Elbette geleneğin muhtelif tanımları yapılabilir ve birisi esas alınabilir. Ancak gelenek tarihin belli bir dönemindeki değerler sistemini olduğu gibi alıp bugüne taşımak değildir. Muhafaza ettiğiniz geleneği donmuş dondurulmuş pratikler bütünü olarak göremeyiz. Gelenekten beslenen bir değişme ve gelişme sağlayabilirsek o zaman gelenek bizi değiştirir ve geliştirir. Böylece kendi öz varlığıyla çatışmayan bir anlamlı dönüşüm süreci yaşanır. Aksi takdirde gelenekten kopuk bir negatif değişme ortaya çıkar. Dolayısıyla medeniyet algımızın birikimi ve vermiş olduğu sorumluluklar bizim geleceğe yürürken ki yol haritamızı teşkil eder. Bu anlayıştaki eğitim-öğretim sistemlerinden yetişen bir birey, kendi kişisel gelişiminin yanı sıra dijital çağın negatif etkilerinden de arınarak sosyal bir varlık olduğu bilincine erişir. Böylece toplumsal gerçekliğinin farkına vararak hazlarını düşünmekle birlikte içinde yaşadığı toplumun normlarını ve geleceğini de göz önünde bulundurarak hareket edecektir. Kişisel gelişimi tamamlanan biri şahsiyet kazanacak ve içinde yaşadığı topluma da şahsiyet katacaktır. Şahsiyet ise bireyin değerleriyle mütenasip toplam halidir.
Bireyin içinde yaşadığı toplumun ve ülkenin gereklerinden haberdar olarak yetişmesi, bu konularla yüzleşerek somut bir hayat kurması yine şahsiyeti yükseltmesi için gereklidir. Daha açık örnekler verecek olursak şehitlik kavramını çocuklara anlatmak önemli bir meseledir; ancak bir şehit ailesini veya şehitliği ziyaret etmek çocuğu başka bir dünyanın içine sokacaktır. Bu konuda ilgili bakanlıklarla birlikte pek çok belediyenin başarılı çalışmaları vardır. Çanakkale gezileri ve şehitlik ziyaretleri bunlardan birisidir. Elbette ki değerler eğitimi tek başına okulda verilecek bir beceri değildir. Her şeyin bakanlıktan beklenmesi vasat bir anlayış olur. Adabı muaşeretle ilgili müfredata bir ders koymak ve çocukların bütün bu toplumsal kuralları okulda öğrenmesini beklemek beyhudedir. Özellikle değerler eğitimi denildiğinde okul bunun doğrudan öğreneceği bir alan değildir; yukarıda ifade ettiğimiz gibi eğitim bir bütündür. Bu bütünün içerisinde okul, öğretmen, aile ve doğrudan öğrenci ile diğer sosyal kültürel çevre ve bugün içinde bulunduğumuz dijital dünyayı birlikte düşünmek gerekir. Buradan bakıldığında millî eğitim müfredatına 40-50 dakikalık bir ders koyarak örf-adet ve gelenekle ilgili değerler aktarımının yapılması ya da diğer problemlerin çözülmesi pek de mümkün değildir.
Eğitim-öğretim sisteminin organizasyonu konusunda son olarak şu tespiti de yapmak yerinde olacaktır. Bakanlıklar, belediyeler, STK’lar ve diğer ilgili kuruluşlar arasında işbirliği yapılması ve bir eğitim birliği anlayışına göre hareket edilmesi gerekir. Millî Eğitim Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile yerel yönetimler arasındaki eşgüdüm, uygulanan programların sağlıklı olması açısından önemidir. Her bakanlığın görev yetkileriyle imkanları düşünüldüğünde bir koordinasyonun şart olduğu anlaşılmaktadır. Zira birey, aile ve sosyal çevreyle ilgili doğrudan icra edilebilecek politikalar, ilgili bakanlıklarca geliştirilmektedir. Bir il özelinde düşünüldüğünde ilgili temsilcilerin bir arada olduğu bir koordinasyon merkezinin, ildeki gençliğin eğitim-öğretim, kültür-sanat, spor, doğa, teknoloji ve sosyal faaliyetlerini düzenlemesi ortak bir sinerji yaratacaktır. Aksi takdirde sınıf, sokak, gençlik merkezi ve diğer sosyal ortamlarının hepsi birbirinden kopuk birer alana dönüşecektir. Güvenlik stratejilerindeki koordinasyon durumunda olduğu gibi dönem içerisinde veya yaz okullarında uygulanan diğer etkinliklerin bir arada olduğu bir yüzme kursuyla, sosyal projelerin bir arada olduğu uygulamaların aynı merkezden yönlendirilmesi gerekir.
KAYNAKÇA
Bauman, Z. Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları. Ayrıntı, İstanbul, 2013.
Binark, M. “Yeni Medya Çalışmalarında Yeni Sorular ve Yöntem Sorunu”, Yeni Medya Çalışmaları. (Ed. Mutlu Binark), Dipnot, Ankara, 2007, s. 21-44.
Castells, M. Enformasyon Çağı: Ekonomi Toplum ve Kültür, Cilt 1 Ağ Toplumunun Yükselişi. (Çev. Ebru Kılıç.), Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2008.
Ersoy, R. Gelenekten Geleceğe Türk Kültür Dünyası, Ötüken Neşriyat, Ankara, 2021.
folklor/edebiyat, Yeni Medya Çalışmaları Özel Sayısı, C. 21, S. 83, 2015/3.
Güngör, Z. Dijital İmaj: “Kendi’nin Simülasyonu mu Olmayana Ergi mi?”. The Turkish Online Journal of Design Art and Communication, 2(4), 2012, s. 13-17.
Halliday, F. Yeni Soğuk Savaş. (Çev. İlker Özünlü), Belge Yayınları, İstanbul, 1985.
Jameson, F. Modernizm İdeolojisi. ( Haz.) Orhan Koçak, Tuncay Birkan, (Çev. Kemal Atakay, Tuncay Birkan), Metis, İstanbul, 2005.
Kuran, E. Türk Çağdaşlaşması Çileli Bir Yolda İlerleyiş. Akçağ, Ankara, 1997.
Mardin, Ş. Türk Modernleşmesi Makaleler IV. İletişim, İstanbul, 1991.
Oğuz, M. Ö. Paldır Kültür Kentleşmeler. Ankara, Geleneksel Yayıncılık, 2019.
Özdemir, N. “Kuşaklararasılık ve Kültürel Değişme”. Çocuk ve Medeniyet, C. 4, S. 7, 2019, s. 125-149.
Postman, N. Televizyon Öldüren Eğlence Gösteri Çağında Kamusal Söylem. (Çev. Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul,1999.
Reisch, G. A. Soğuk Savaş Bilim Felsefesini Nasıl Dönüştürdü. (Çev. Meriç Mete), İdea Yayınları, İstanbul, 2016.
Shayegan, D. Yaralı Bilinç.Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni. Metis, İstanbul, 1991.
Topçu, N. Türkiye’nin Maarif Davası. (Haz.) Ezel Erverdi - İsmail Kara, Dergah Yayınları, İstanbul, 1997.
Yengin, D. “Teknoloji Bağımlılığı Olarak Dijital Bağımlılık”. The Turkish Online Journal of Design, Art and Communication – TOJDAC ISSN: 2146-5193, Volume 9 Issue 2, April 2019, p. 130-144.
[1] Topçu, N. Türkiye’nin Maarif Davası. (Haz.) Ezel Erverdi - İsmail Kara, Dergah Yayınları, İstanbul, 1997.
[2] Topçu, N. age. s. 58.
[3] Topçu, N. age. s 151.
[4] Türk modernleşmesinin meseleleri ve boyutlarıyla ilgili kapsamlı bilgi için bkz. Kuran, E. Türk Çağdaşlaşması Çileli Bir Yolda İlerleyiş. Akçağ, Ankara, 1997; Mardin, Ş. Türk Modernleşmesi Makaleler IV. İletişim, İstanbul, 1991.
[5] Soğuk savaş kavramı ve soğuk savaşın dünyaya etkileri konusunda bkz. Halliday, F. Yeni Soğuk Savaş. (Çev. İlker Özünlü), Belge Yayınları, İstanbul, 1985; Reisch, G. A. Soğuk Savaş Bilim Felsefesini Nasıl Dönüştürdü. (Çev. Meriç Mete), İdea Yayınları, İstanbul, 2016.
[6] Modernizm, postmodernizm ve post-truth kavramları ve bunlar etrafında yapılan tartışmalarla ilgili olarak kapsamlı bilgi için bkz. Jameson, F. Modernizm İdeolojisi. ( Haz.) Orhan Koçak, Tuncay Birkan, (Çev. Kemal Atakay, Tuncay Birkan), Metis, İstanbul, 2005; Bauman, Z. Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları. Ayrıntı, İstanbul, 2013.
[7] Gelenek ve modernite çatışması bizim geçmiş çalışmalarımızda çokça üzerinde durduğumuz bir konudur. Konuyla ilgili çalışmalarımızın bir bölümünün seçki şeklinde yayınlandığı şu esere bakılabilir: Ersoy, R. Gelenekten Geleceğe Türk Kültür Dünyası, Ötüken Neşriyat, Ankara, 2021.
[8]Shayegan, D. Yaralı Bilinç.Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni. Metis, İstanbul, 1991.
[9] Binark, M. “Yeni Medya Çalışmalarında Yeni Sorular ve Yöntem Sorunu”, Yeni Medya Çalışmaları. (Ed. Mutlu Binark), Dipnot, Ankara, 2007, s. 21-44; folklor/edebiyat, Yeni Medya Çalışmaları Özel Sayısı, C. 21, S. 83, 2015/3.
[10]Kuşak ve kuşaklararasılık, kültürün aktarımı ve sürekliliği açısından temel kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Nebi Özdemir’in kuşaklar arası bilgi ve kültür aktarımıyla ilgili tespitlerini konunun çerçevesine yerleştirme açısından buraya eklemek gerekir: “Yaşam, dolayısıyla kültür etkileşimler bütünü ve ürünüdür. Bu kapsamda alanlar, ürünler, aktörler, gelenekler ve kültürler arası etkileşimlerden söz edilebilir. Köy/yerel ve kent/li etkileşimleri de kültürel yaşamı biçimlendirir. Diğer yandan kuşaklar arası etkileşimlerle kültür yenilenerek, değişerek ve dönüşerek geçmişten bugüne ve geleceğe taşınır. Nesiller arası çatışma olarak tanımlanan, gerçekte ise kuşaklar arası bilgi ve deneyim paylaşımı ve etkileşimi kültürel yaratım, aktarım ve değişme süreçlerinin özünü meydana getirir.Kültür bir yandan klişeleşerek veya kalıplaşarak yaşarken, eleştirel aklın yaratıcı sıradışılıkları veya kalıpdışılıklarıyla yenilenerek gelişir ve zenginleşir. Buna karşılık Türkiye’de kültür veya gelenek kültürü çözümlemelerinde kuşaklar arası etkileşimler olgusu derinlikli olarak tartışılmamıştır.” Özdemir, N. “Kuşaklararasılık ve Kültürel Değişme”. Çocuk ve Medeniyet, C. 4, S. 7, 2019, s. 125-149.
[11] Dijital imaj kavramıyla ilgili geniş bilgi için bkz. Güngör, Z. Dijital İmaj: “Kendi’nin Simülasyonu mu Olmayana Ergi mi?”. The Turkish Online Journal of Design Art and Communication, 2(4), 2012, s. 13-17.
[12] Her türlü bilginin kolayca dolaşıma girdiği ve erişilebilir olduğu “enformasyon yağmuru” altında bir 21. yüzyıl yaşanmaktadır. Bu çağ enformasyon çağı olarak nitelenmektedir. Kavramla ilgili geniş bilgi için bkz. Castells, M. Enformasyon Çağı: Ekonomi Toplum ve Kültür, Cilt 1 Ağ Toplumunun Yükselişi. (Çev. Ebru Kılıç.), Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2008.
[13]Postman, N. Televizyon Öldüren Eğlence Gösteri Çağında Kamusal Söylem. (Çev. Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul,1999.
[14] Dijital bağımlılığın sebep ve sonuçları hakkında kapsamlı bilgi için bkz. Yengin, D. “Teknoloji Bağımlılığı Olarak Dijital Bağımlılık”. The Turkish Online Journal of Design, Art and Communication – TOJDAC ISSN: 2146-5193, Volume 9 Issue 2, April 2019, p. 130-144.
[15] Oğuz, M. Ö. Paldır Kültür Kentleşmeler. Ankara, Geleneksel Yayıncılık, 2019, s. 94.
Takım | O | G | M | B | A | Y | P | AV | |
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
1 | Galatasaray | 5 | 5 | 0 | 0 | 17 | 4 | 15 | +13 |
2 | Fenerbahçe | 5 | 4 | 0 | 1 | 13 | 2 | 13 | +11 |
3 | Başakşehir FK | 4 | 3 | 0 | 1 | 11 | 5 | 10 | +6 |
4 | Beşiktaş | 4 | 3 | 0 | 1 | 9 | 3 | 10 | +6 |
5 | Eyüpspor | 5 | 2 | 0 | 3 | 8 | 4 | 9 | +4 |
6 | Konyaspor | 5 | 2 | 2 | 1 | 6 | 7 | 7 | -1 |
7 | Sivasspor | 5 | 2 | 2 | 1 | 5 | 6 | 7 | -1 |
8 | Antalyaspor | 5 | 2 | 2 | 1 | 9 | 12 | 7 | -3 |
9 | Göztepe | 4 | 1 | 0 | 3 | 5 | 3 | 6 | +2 |
10 | Samsunspor | 4 | 2 | 2 | 0 | 4 | 3 | 6 | +1 |
11 | Kasımpaşa | 5 | 1 | 2 | 2 | 6 | 8 | 5 | -2 |
12 | Çaykur Rizespor | 5 | 1 | 3 | 1 | 3 | 13 | 4 | -10 |
13 | Trabzonspor | 3 | 0 | 0 | 3 | 1 | 1 | 3 | 0 |
14 | Gaziantep FK | 4 | 1 | 3 | 0 | 4 | 7 | 3 | -3 |
15 | Alanyaspor | 5 | 0 | 2 | 3 | 4 | 9 | 3 | -5 |
16 | Bodrum FK | 5 | 1 | 4 | 0 | 4 | 9 | 3 | -5 |
17 | Kayserispor | 3 | 0 | 1 | 2 | 3 | 4 | 2 | -1 |
18 | Hatayspor | 5 | 0 | 3 | 2 | 4 | 9 | 2 | -5 |
19 | Adana Demirspor | 5 | 0 | 4 | 1 | 5 | 12 | 1 | -7 |
Takım | O | G | M | B | A | Y | P | AV | |
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
1 | İstanbulspor | 5 | 4 | 1 | 0 | 11 | 4 | 12 | +7 |
2 | Iğdır FK | 5 | 3 | 1 | 1 | 10 | 3 | 10 | +7 |
3 | Pendikspor | 5 | 3 | 2 | 0 | 10 | 8 | 9 | +2 |
4 | Kocaelispor | 5 | 3 | 2 | 0 | 6 | 7 | 9 | -1 |
5 | Manisa FK | 5 | 2 | 1 | 2 | 8 | 6 | 8 | +2 |
6 | Gençlerbirliği | 5 | 2 | 1 | 2 | 5 | 4 | 8 | +1 |
7 | Amed SK | 5 | 2 | 1 | 2 | 4 | 1 | 8 | +3 |
8 | Bandırmaspor | 5 | 2 | 2 | 1 | 7 | 7 | 7 | 0 |
9 | Ümraniyespor | 5 | 2 | 2 | 1 | 7 | 8 | 7 | -1 |
10 | Sakaryaspor | 5 | 1 | 0 | 4 | 6 | 4 | 7 | +2 |
11 | Keçiörengücü | 5 | 1 | 1 | 3 | 5 | 5 | 6 | 0 |
12 | MKE Ankaragücü | 5 | 2 | 3 | 0 | 6 | 6 | 6 | 0 |
13 | Erzurumspor FK | 5 | 2 | 3 | 0 | 6 | 5 | 6 | +1 |
14 | Şanlıurfaspor | 5 | 2 | 3 | 0 | 6 | 10 | 6 | -4 |
15 | Çorum FK | 5 | 1 | 1 | 3 | 7 | 6 | 6 | +1 |
16 | Fatih Karagümrük | 5 | 1 | 1 | 3 | 7 | 8 | 6 | -1 |
17 | Boluspor | 5 | 1 | 2 | 2 | 5 | 6 | 5 | -1 |
18 | Adanaspor | 5 | 1 | 2 | 2 | 7 | 12 | 5 | -5 |
19 | Esenler Erokspor | 4 | 1 | 3 | 0 | 5 | 7 | 3 | -2 |
20 | Yeni Malatyaspor | 4 | 0 | 4 | 0 | 0 | 11 | 3 | -11 |
Takım | O | G | M | B | A | Y | P | AV | |
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
1 | GMG Kastamonuspor | 3 | 3 | 0 | 0 | 7 | 3 | 9 | +4 |
2 | Altınordu | 3 | 2 | 0 | 1 | 4 | 0 | 7 | +4 |
3 | 24Erzincanspor | 3 | 2 | 0 | 1 | 4 | 0 | 7 | +4 |
4 | Adana 1954 Futbol Kulübü | 3 | 2 | 0 | 1 | 3 | 1 | 7 | +2 |
5 | Batman Petrolspor | 3 | 2 | 1 | 0 | 3 | 1 | 6 | +2 |
6 | Sarıyer | 3 | 1 | 0 | 2 | 4 | 1 | 5 | +3 |
7 | İskenderunspor A.Ş. | 3 | 1 | 1 | 1 | 2 | 2 | 4 | 0 |
8 | Kırklarelispor | 3 | 1 | 1 | 1 | 2 | 2 | 4 | 0 |
9 | Tuzlaspor | 3 | 1 | 1 | 1 | 2 | 2 | 4 | 0 |
10 | 1461 Trabzon FK | 3 | 1 | 1 | 1 | 2 | 2 | 4 | 0 |
11 | Altay | 3 | 1 | 1 | 1 | 1 | 2 | 4 | -1 |
12 | İnegölspor | 3 | 1 | 1 | 1 | 1 | 2 | 4 | -1 |
13 | Fethiyespor | 3 | 1 | 2 | 0 | 4 | 6 | 3 | -2 |
14 | Kepezspor FAŞ | 3 | 0 | 1 | 2 | 1 | 2 | 2 | -1 |
15 | Sincan Belediyesi Ankaraspor | 3 | 0 | 2 | 1 | 1 | 3 | 1 | -2 |
16 | Karaköprü Belediyespor | 3 | 0 | 2 | 1 | 2 | 5 | 1 | -3 |
17 | Isparta 32 Spor | 3 | 0 | 2 | 1 | 1 | 5 | 1 | -4 |
18 | Hes İlaç Afyonspor | 3 | 0 | 3 | 0 | 1 | 6 | 0 | -5 |
Takım | O | G | M | B | A | Y | P | AV | |
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
1 | Bursaspor | 2 | 2 | 0 | 0 | 5 | 0 | 6 | +5 |
2 | Belediye Kütahyaspor | 2 | 2 | 0 | 0 | 3 | 0 | 6 | +3 |
3 | Bornova 1877 | 2 | 1 | 0 | 1 | 4 | 0 | 4 | +4 |
4 | Karşıyaka | 2 | 1 | 0 | 1 | 3 | 0 | 4 | +3 |
5 | Silifke Belediye Spor | 2 | 1 | 0 | 1 | 2 | 1 | 4 | +1 |
6 | Artvin Hopaspor | 2 | 1 | 0 | 1 | 1 | 0 | 4 | +1 |
7 | Muş Spor Kulübü | 2 | 1 | 0 | 1 | 1 | 0 | 4 | +1 |
8 | Düzcespor | 2 | 1 | 1 | 0 | 2 | 2 | 3 | 0 |
9 | Anadolu Üniversitesi | 2 | 1 | 1 | 0 | 1 | 1 | 3 | 0 |
10 | Kahramanmaraşspor | 2 | 1 | 1 | 0 | 1 | 1 | 3 | 0 |
11 | 23 Elazığ Futbol Kulübü | 2 | 0 | 0 | 2 | 0 | 0 | 2 | 0 |
12 | Kırşehir Futbol SK | 2 | 0 | 1 | 1 | 0 | 2 | 1 | -2 |
13 | Kuşadasıspor | 2 | 0 | 2 | 0 | 0 | 2 | 0 | -2 |
14 | Ergene Velimeşe | 2 | 0 | 2 | 0 | 1 | 4 | 0 | -3 |
15 | Tokat Bld Plevnespor | 2 | 0 | 2 | 0 | 0 | 4 | 0 | -4 |
16 | Bulvarspor | 2 | 0 | 2 | 0 | 0 | 7 | 0 | -7 |
Tarih | Ev Sahibi | Sonuç | Konuk Takım |
---|---|---|---|
18/09/2024 | Samsunspor | vs | Başakşehir FK |
19/09/2024 | Trabzonspor | vs | Kayserispor |
20/09/2024 | Hatayspor | vs | Bodrum FK |
21/09/2024 | Konyaspor | vs | Sivasspor |
21/09/2024 | Fenerbahçe | vs | Galatasaray |
22/09/2024 | Çaykur Rizespor | vs | Samsunspor |
22/09/2024 | Kasımpaşa | vs | Antalyaspor |
22/09/2024 | Adana Demirspor | vs | Alanyaspor |
22/09/2024 | Beşiktaş | vs | Eyüpspor |
Tarih | Ev Sahibi | Sonuç | Konuk Takım |
---|---|---|---|
20/09/2024 | Erzurumspor FK | vs | Esenler Erokspor |
20/09/2024 | Manisa FK | vs | Yeni Malatyaspor |
21/09/2024 | Pendikspor | vs | Gençlerbirliği |
21/09/2024 | Amed SK | vs | Boluspor |
21/09/2024 | MKE Ankaragücü | vs | Sakaryaspor |
22/09/2024 | Keçiörengücü | vs | Iğdır FK |
22/09/2024 | Ümraniyespor | vs | Adanaspor |
22/09/2024 | Çorum FK | vs | Kocaelispor |
22/09/2024 | İstanbulspor | vs | Bandırmaspor |
23/09/2024 | Şanlıurfaspor | vs | Fatih Karagümrük |
Tarih | Ev Sahibi | Sonuç | Konuk Takım |
---|---|---|---|
21/09/2024 | Kepezspor FAŞ | vs | Afyonspor Kulübü |
21/09/2024 | Sincan Belediyesi Ankaraspor | vs | 1461 Trabzon FK |
21/09/2024 | İnegölspor | vs | İskenderunspor A.Ş. |
22/09/2024 | GMG Kastamonuspor | vs | Karaköprü Belediyespor |
22/09/2024 | Kırklarelispor | vs | Altınordu |
22/09/2024 | Tuzlaspor | vs | Altay |
22/09/2024 | Fethiyespor | vs | Batman Petrolspor |
22/09/2024 | Isparta 32 Spor | vs | Sarıyer |
22/09/2024 | 24Erzincanspor | vs | Adana 01 Futbol Kulübü |
Tarih | Ev Sahibi | Sonuç | Konuk Takım |
---|---|---|---|
21/09/2024 | Bornova 1877 | vs | Artvin Hopaspor |
22/09/2024 | Kahramanmaraşspor | vs | Kuşadasıspor |
22/09/2024 | Muş Spor Kulübü | vs | Belediye Kütahyaspor |
22/09/2024 | Tokat Bld Plevnespor | vs | Kırşehir Futbol SK |
22/09/2024 | Anadolu Üniversitesi | vs | Silifke Belediye Spor |
22/09/2024 | Düzcespor | vs | Bulvarspor |
22/09/2024 | Ergene Velimeşe | vs | Bursaspor |
22/09/2024 | Karşıyaka | vs | 23 Elazığ Futbol Kulübü |